10 Mayıs 2017 Çarşamba

İki Perdelik Bir Tiyatro Oyunu



"Sen de kabul et ikimiz de seviyoruz
Sanki bir uçuruma yalınayak yürüyoruz
Yine de bir yerlerde arıyoruz
Ruhumuzu, ufkumuzu, sevgimizi
Yine de bir yerlerde buluyoruz
Geçmişe dair unutulmayan ne varsa

Ben sende yandım, sende söndüm
Çıkar yol bulamadım bu sensizliğe
Geceler doldu içime, cevap veremedim

Sadece gözyaşlarım kaldı sayfalarda."

Saçlarınla oynamayı çok severdim. Saçların benim huzur kaynağımdı… Tebessümün vardı bir de içimi sımsıcak ısıtan, o muazzam tebessümün… Ne zaman kavga etsek bir süre sonra gözlerime bakıp o tebessümü takınırdın ve hemen sonra eriyi verirdim, içim buz tutmazdı. Nasıl tutsun ki mümkün değil. Bir de ellerin vardı, her tuttuğumda heyecana kapıldığım, her zaman tutmak istediğim… Ellerin üşürdü hep ve sen ufak bir kız çocuğunun babasının montuna elini soktuğu gibi ceplerime elini sokardın, öyle güvenir öyle mutlu ederdin.. O anlarda hem kendimle gurur duyardım hem de mutluluğumu dizginlemek için çabalardım. Malum mutlu olunca saçmalıyorum. Ellerin bana her temas ettiğinde kalbimdeki basınç daha da artıyor içimdeki mutluluk ve heyecan daha da şiddetleniyordu… Gözlerine baktığımda yaşadığımı hissederdim, aslında gözlerine baktığımda hissettiklerimi anlatabilecek doğru ve yeterli kelime ve cümle yok… 

Sonra bir rüzgar geldi alıp götürdü seni. İki perdelik bir tiyatro oyunu gibiydi her şey önce her şey çok güzel başlar ve ikinci kısımda her şey sarpa sarar. Birinci perde hayat ikinci perde ölüm. Böyleydi hikaye, böyleydi hikayemiz. Önce bir rüzgar geldi sonra bir fırtına alıp götürdü seni böylelikle ikinci perde açıldı. Bu tıpkı yaşamla ölüm gibi; önce doğduk ve yaşamaya başladık sonra büyüdük ve gelişmeye başladık ve ansızın öldük. Bütün hikaye bu… 

Keşke hala mümkün olabilsek diyorum keşke o mutlu günler sadece o fotoğraflarda kalmasa, bunca yıl şimdi avuçlarımızdaki fotoğraflarda bir anı olarak kalmasa yan yana yaşamak hala mümkün olsa diyorum… Keşke bir yolu olsa. İnansak birbirimize, yalnızca birbirimize tutunup tekrar aynı yolda yürüyebilsek… Sensiz yürümek zorunda kaldığım her yol dikenli ve bu dikenler beni mahvediyor… Sen olsan muhakkak dayanırım ama sensiz dayanma takatim yok. Sesini duymaya ihtiyacım var, ne yapsam da arasam diyorum bazen. Sonra hemen vazgeçiyorum bu fikirden. Çünkü vazgeçmem gerekiyor. Sen beni severdin eskiden, keşke eskiye dönmek mümkün olsa yeniden. Sen beni duyardın eskiden, fısıltımı bile işitirdin şimdi kapılar öylesine kapalı ki… Ortam ölüm sessizliği ile dolu ve ben avazım çıktığı kadar bağırıyorum yine de işittiremiyordum sesimi sana… Şimdi sensizliğin ve dikenlerin ortasında bir başımayım. Hangi yöne gitmem gerek hangi kefareti ödemem gerek ki seni tekrar sarıp kalbinin odasında sonsuza kadar yaşama fırsatı bulayım bilemiyorum… 

Bir rüzgar geldi aldı götürdü seni avuçlarımda her gün hatırlamaktan bıkmadığım anılarımız ve fotoğraflarımız, aklımda o güzel tebessümün kaldı… 

10.05.2017

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Sonra Birbir Öldü Nefeslerimiz

​Altında kaldığımız enkazları üstümüzden atamıyorduk, tek sorun buydu. Nefesimiz kesiliyordu ama sesimizi duyuramıyorduk. O kadar dalmıştık ki hayatın telaşına kolonlarımızdaki çatlakları göremiyorduk. Her geçen gün içten içe artan o çatlaklar git gide binayı sarmaya başlamıştı da biz fark edememiştik, üstelik gerekli gereksiz ne bulduysak yüklemiştik evin sırtına. O göçüp giderken “kaldıramadı bunca kederi” diyeceklerdi arkasından.  
Ara sıra arcı depremler oluyordu çatlaklar artıyordu, binayı onarmak yerine çatlakların üstünü sıvayla kapatıp tekrar hayatın telaşına dalıp için parçalanmasını göremiyorduk. Onca deprem görmüş, onca badire atlatmış bina ne yazık ki ufacık bir arcı ile yıkılacak duruma gelmişti… 
Demiştim ya bizim tek sorunumuzdu altında kaldığımız enkazları üstümüzden atamamak. Sonra birbir öldü nefeslerimiz, birbir can verdi hayallerimiz, birbir soldu içimizdeki neşe ve çekildi ruh, duygu enkazının altında kalmış artık birbirine yabancı iki insanın teninden…
kotpilot. 

Çünkü artık “keşke"lerle Dolu Cümleler Geceni Süslüyor

Geceye bir şarkı bırakırsın zamansız gelip zamansız gidenlere ithaf edersin. Yitirdiklerine ithaf edersin. Şişelerce yad edersin.Belki günlerdir kimseyle konuşmuyorsundur ama bir an gelir bir şarkı duyarsın yüreğine öyle bir dokunur ki gözlerin dolar, yüreğin dolar. Tutamazsın gözlerinden dökülmek üzere olan incileri, yanağından akarda dudaklarına değdiğinde gözyaşının tuzlu olduğunu. Aslında gözyaşının bile acı olduğunu, onun bile acıyla dolduğunu… Üstünü kapatmaya çalıştığın ne kadar üzüntün kederin varsa hepsi bir bir gün yüzüne çıkar da omuzların çöker, çöktüğün sandalyede gözlerinden akanla bir elindeki şişeye bir elindeki sigaraya bakarsın. Sonra derin bir of çekersin, kendi kendine konuşmaya başlarken ilk kelimen “keşke” olur. “Keşke böyle olmasaydı” yanarsın. Yanarsın da kimsenin haberi olmaz, gecenin kör bir saatinde, gecenin karanlığına anlatırsın derdini ondan başkası dinlemez seni. Yüreğin gidenlerin acısıyla dolar taşar… Ne zamanın ne de hiçbir gecenin bu yangına devası olmaz bilirsin de yine de konuşursun, anlatırsın. Çünkü ağzına kadar acıya gömüldün. Çünkü artık çıkış yolun kalmadı, çünkü artık “keşke"lerle dolu cümleler geceni süslüyor. Önce yüreğinden sonra avuçlarından dökülür acılar, sonra can kırıkları acıtır canını, kanatır. Bir "ah” bile diyemezsin. Demezsin. Sadece burnunu çeker gözlerini silmeye yeltenir ondan da vazgeçersin… 
-
kotpilot.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Hiç kimse mutlu etmedi beni senin mutlu ettiğin gibi…

Herkes kışın ne kadar zor geçeceğini söyleyip duruyor. Daha gökyüzü kararıp yeryüzünü beyaza boyamadan önce biliyordum zor geçeceğini. Kalbimde hissetmiştim. Beni terk ettiğin gün içimde hiçbir zaman bitmeyecek bir kara kış bıraktığın günden beri biliyorum ben kışın da ilkbaharın da yazın da hatta sararıp tek tek dalından yaprakların düşmesi gerektiğinin haberini veren sonbaharın da zor geçeceğini. Biliyordum…

Herkesin kışı farklı, dışarıdaki soğuk ne ki benim içerimdeki kara kış fırtınalarının yanında…

Tüm mevsimler sendin benim için ama sen kış olmayı seçtin. Öyle ya sen kış mevsimini çok severdin. Camdan karın yağışını izlerken çayından bir yudum alıp kitabını okumayı. Yazdan nefret ederdin sen… Kış senin mevsimin idi, ben de severdim kışı ama yaz kadar değil. Biz zıttık seninle, siyahla beyaz kadar zıt, gündüzle gece kadar, güneşle yağmur kadar zıt… Ama hep birbirimize çekilirdik. Tüm zıtlıklarımız bizi birbirimize çekti hiçbir zaman farklı yöne itmedi. Biz, zıtlıklarımızı bile bütün yapmayı başarabilmiştik… Benim istediğim filme gittiğimizde, akşamında senin istediğin filmi izlerdik. Kitaplarımız bile zıtken sırf birbirimizi daha iyi anlamak için aynı kitapları okuduk. Biz birçok şeyi başardık ama bir türlü aramıza giren ayların içinden çıkıp birbirimize sarılmayı başaramadık…

Dedim ya sen kışı severdin. Severdin ama seninleyken o kış bana yaz gibi gelirdi, üşümezdim aksine sımsıcak olurdum. En çok senin olduğun kışlarda seninle muhabbet etmeyi seviyordum. Birer fincan çayımız oturmuşuz karşılıklı bazen saçma sapan konulardan konuşurduk, bazen o kadar ciddi konuşurduk ki biz bile şaşırırdık çünkü biz hiçbir zaman o kadar ciddi konuşamazdık. Muhakkak ben muzurluk yapardım ya da sen… Ama sonra ne oldu biliyor musun? Benden gittiğin o yaz günü birden kış çöktü üstüme. Sensiz geçen her gün üşüdü içim, hasta oldu kalbim. Sensiz bu topraklara alışık değilim ben, sensiz bu kışlara alışık değilim ben. Öyle birden ben gidiyorum deyip gittin ki inanamadım, alışamadım… Hala saçmalıyorum, hala düşüyorum ve düştüğümde beni kaldıran elin hala yok… Ben  donmaya yüz tuttum aylardır yaşadığım kara kış içinde ama sen hala baharı getirmedin yüreğime… Böyle mi olacak? Aylardır devam eden kara kışın içinde ben dışarıda donarken sen pencerenin arkasından çayını yudumlayıp beni görmezden gelip kitabına mı gömüleceksin gerçekten? Göz mü yumacaksın duygularımın tek tek yok oluşana, hayallerimin intihar etmesine kalbimin buz tutmasına?

Ne söylediklerini, ne söylediğimi unut. Gel. Hiç kapatmadım kapımı gel… Ya da izin ver aç kapını ben geleyim, bitsin bu kara kış. Bitsin bu çile. Yanında yazı yaşayayım. İzin verme kalbimin buz tutmasına… Duygularımın tek tek donmasına… Ama sen bilirsin, kalbim buz tutsa da bir tek senin bu buzları eritebileceğini adın gibi bilirsin… Kalbimin her zaman tek sahibi sen olacağını adın gibi bilirsin… Belki de bu yüzden yoksun hala, belki de bu kara kışta ne kadar süre hayatta kalacağımı görmek için bekliyorsun, belki tamamen buz tuttuğumda çıkıp geleceksin kim bilir… Ama böyle olmamalı… Bu kadar acıya göz yummazsın sen ya da yumar mısın? Kıyar mısın gerçekten bana? Beni bu kara kışın ortasında tek başıma donmaya mı bırakırsın? İşte o zaman bu kara kış hiç geçmez, hiç bitmez kış. Erimez buzlar. Güneş açmaz, güneş bile solar, güneş bile buz tutar yokluğundan…

Benim, senden başka baharım, yazım, yaşamım yok.  Yağmurdan sonra çıkan o muazzam gök kuşağı bile yok artık… Sen yoksun… Senden kalan ve sen olan bazı şeylerle avunuyorum sadece… Anılarınla… Bazen bakmama izin verdiğin gözlerinle… Ben gözlerinde yükseldim ve gözlerinde battım…

Sana hiçbir zaman veda etmedim. Araya yıllar girse bile hiçbir zaman veda etmek istemiyorum… Sen hep benimle yaşayacaksın. Ben öldüğümde… İşte o zaman veda etmiş olacağım belki… Birkaç gün sonra sensiz yarım sene geçmiş olacak ve benim kara kışım devam ediyor olacak…

Sen gelene kadar bu kara kış hiç bitmeyecek… Sen geldiğinde gök kuşağı tekrar çıkacak, güneş tekrar ısıtacak, bahar gelecek tüm ağaçlara ve çiçeklere, bahar gelecek güzelim denizlere… Her yer yeşerecek, masmavi parlayacak deniz. Bulutlar bembeyaz olacak. Tüm şehir, tüm ülke hatta dünya cıvıl cıvıl olacak. Ama sen yokken buralar hep gri olacak… Hep kara kış, binlerce dalı kırılmış ağaç, soğuktan ölen çiçekler olacak, kardelenler bile açmayacak, güneş bir daha sapsarı parlayıp iç ısıtmayacak, gök kuşağının tek rengi gri olacak… Gündüz diye bir kavram olmayacak. Yok olacak her şey… Yaşam namına ne varsa yerle bir olmuş olarak kalacak…


Bitsin bu kış artık…
Mevsimler seninle güzel
Gökkuşağı seninle renkli
Çayın tadı seninleyken daha güzel
Hatta kış bile seninle bir başka güzel…

Gel, yüreğimi çözecek insan…
Gel, kadınım…
Korkma hiçbir şeyden
Korkma geçmişten, korkma gelecekten, karanlıklardan
Tek tek bütün her şeyin üstesinden geliriz
Sonra bir çay demleriz, yorgunluğumuzu atarız
Bana sarılırsın, kara kışın oluşturduğu buzları eritirsin
Her yer aydınlanır,
Yine otururuz masamıza, saçma sapan şeyleri konuşuruz belki kahkaha bile atarız…
Sen gelirsen eğer her şeyin çok güzel olması için canla başla çalışırım ben kadın…
Sen yeter ki gel…
Gel, erit buzlarımı…
Gel, bitir bu kışı…


Gel be kadınım…
Mahkum etme beni bu kara kışa…
Hiçbir şey ısıtmaz yüreğimi ellerin gibi…
Hiçbir şey senin gibi mutlu etmez beni…

Çık gel artık kadın… Ya da izin ver, aç kapını ben geleyim…
Bitsin bu kara kış artık…


kotpilot.

4 Aralık 2014 Perşembe

Kırık Kalpler

"Severek unutmak olur iş mi ?
Bilerek uçuruma önden atlanır mı ki ?
Kaybettiğinin yerine ne koysan dolmaz..
Boş bırakacağım yerini hep bomboş..”

Ne güzel söylemiş Yalın… “Kaybettiğinin yerine ne koysan dolmaz”  hiçbir şey dolduramaz ki, onunla yaşadığın anıları bir başkasıyla yaşayamazsın ki, bir başkası onun dokunduğu gibi dokunamaz ki… Kimse onun gibi olamaz ki… O tıpkı annen gibi biri, kimse onun gibi sevemez seni, kimse onun kadar titreyemez üstüne, kimse onun dokunduğu gibi dokunamaz, kimse onun baktığı gibi sevgi dolu bakamaz, kimse onun gibi yollarını gözlemez… Bu yüzden kimse o olamaz ki…

Severek ayrılık mı olurmuş hiç? Buna bile bile lades denir… Biz öyle yaptık, bile bile lades dedik… “Benden vazgeç” diyorsun, deli misin be kadın! Senden vazgeçemem ki ben… Her fotoğraftan mutluluk taşıyor, her yer senin anınla dolu, her şeyimde sen varsın, gözlerim her yerde seni ararken nasıl vazgeçebilirim senden kadın?!

Ben hiç aşık olmayacağımı sanmıştım, bunu yaşayamayacağımı hep suni yakınlaşmalar yaşayacağımı düşünmüştüm ama öyle olmadı aşık oldum… Ben sana aşık oldum… Hayatımda ilk defa aşık oldum. Bir erkek için bir kerelik bir hak olan aşk hakkımı ben sende kullandım… Söylesene kadın aşık olan adam unutur mu? Unutmak ister mi? Unutamaz kadın, unutamaz… Unutamaz kadınını… Unutamaz ona hayatta en iyi gelen şeyi unutamaz… Onun rakısı olan kadını unutamaz…

Sen daha önce çok yıpranmıştın, tüketmişlerdi seni ben bunu fark edemedim, kendi aşk sarhoşluğuma dalıp senin yaralarını unuttum, sarmana yardımcı olamadım, evet her adımında yanında oldum ama saramadım… Hep sonradan fark ettim, bir sürü şeyi hep sonradan fark ettim… Beni bilirsin işte, ben hep geç kalırım… Ben fark ettiğimde sen can kaybından ölmek üzereydin, elimden geldiğince beceriksiz ellerimle toparlamaya çalıştım dikmeye çalıştım, ben iğneyi batırdıkça daha çok kanadın, sarmak istedim bu seferde yaraların açık kalıyor diye canın yanmaya başladı, bunu da beceremedim en sonunda gözünden düşen damlayı parmağımın ucuyla alıp, dilime bıraktım belki acını anlarım diye olmadı… En sonunda gözlerine bakmak geldi aklıma, sakince ve usulca gözlerine baktım işte o zaman gördüm söylemek istediklerini… “Geç kaldın” “geç kaldın ben ölmek üzeriyim” demiştin ve ölümünü görmemen için benden var gücünle uzaklaşmıştın işte ben o zaman neden gittiğini anlamıştım… Neden bile bile lades dediğimizi anlamıştım… Neden severken ayrı evlere girdiğimizi ve neden ayrı yataklarda yattığımızı anlamıştım…

Sen dönmeden uyumadım ben, sana sarılmadan uyuyamadım ben… Açıkçası sensiz bir PİÇ gibi kaldım ortada ben. Ne yöne gideceğimi bilemedim, yolumu şaşırdım. Hiçbir şey yokluğunu doldurmadı, yokluğunu unutmak için kalabalıklaştm, insanlarla doldum taştım ama onlar bile yokluğunu unutturamadı, hiçbir şey doldurmadı orayı, hiçbir şey unutturmadı. Ben, senine var olmuştum şimdi ben sensiz yokum. Senin varlığındı benim yolumu aydınlatan. Sendin bana yol gösteren.

Ben seni kaybettim ama anılarımız hala bende güvende, fotoğraflarımız hala bende, tek bir resmimizi bile atmadım. Sana yazdığım onlarca mektup, bana yazdığın onlarca mektup hepsi kutusunda… Bugün hepsini okudum biliyor musun? Evet, evet, evet hepsini okudum, yanlış anlamadın. Oturdum baştan sonra sana yazdıklarımı bana yazdıklarını, ufak notları, kağıt paçasına yazılmış notları, peçeteye yazılmış notları hepsini okudum. Ne kadar da mutluymuşuz, huzurlu… Şimdi sen benden seni yani bunları unutmamı istiyorsun? Mümkün mü bu kadın?!

O mektuplar, o resimler, o notlar hepsi hepsi mutluluğumuzun tablosu. Ne o mutlulukların yerine başka mutluluk koyarım ne de onları unuturum… Oraya sadece seninle olmasını istediğim mutlulukları koyarım.

O mektuplar, o resimler yalan söylemez o anılar yalan söylemez. O anıların bize fısıldadığı bir şey var: Biz birlikte güzeliz, sen ve ben olarak değil.

Benim bütün sevinçlerim sensin kadın…

kotpilot.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Bir varmış bir yokmuş hayatlar…

Bir varmış bir yokmuş ile başlar tüm masallar. İçlerinde birçok olay olur, hayran olduğunuz kahramanlar olur, bir sürü iniş çıkışları olur ve genelde sonlar hep güzel olur. Genelde… Bizim masalımız güzel bir son ile bitmedi. Güzel olsun kötü olsun masalın bitmesini hiç istemedim çünkü hiçbir zaman sonu kabul edemedim ben… “Son” hep korkuttu beni… 

Bir masaldı bizimki de ve her ne kadar istemesem de bir sona bağlandı, mutsuz bir sona… Öyle yada böyle güzel bir masaldı, birçok iyi ki’min olduğu bir masal… Ben masal kahramanıma aşık oldum, onun yaptığı her şey benim gözümde yağmurdan sonra ortaya çıkan gök kuşağı gibi muazzamdı. Bakışları ruhumu delip geçer, elimi tuttuğunda içimi büyük bir güven duygusu doldururdu… Ama sonra tüm mutlulukları çeken bir ejderha geldi ve biz o ejderhayla çok savaştık, kahramanım hiç pes etmedi ne zaman düşmeye kalksam elimden tuttu, o ne zaman düşecek olsa ben elinden tuttum ama sonunda açılan yaralar ve kaybettiğimiz kanlar yüzünden yenik düştük ve masal sona erdi… 

Demiştim ya her masal mutlu sonla bitmiyor diye, öyle oldu… Benim hayatımda hep öyle oldu. Ben kaybetmeye sekiz sene önce başladım ve durmadan kaybettim. Çöktüm, karanlıklara gömüldüm, sislerin ardına saklandım. Bir ağacın dibinde ölmek üzereyken buldu beni kahramanım, elini uzattı yüzündeki sımsıcak gülümsemesiyle. Kaldırdı yerden ve yaralarımı tamir etti, çıkardı beni sislerin içinden, karanlığın yakamı bırakmayan o ellerinden kurtardı beni… 

Sekiz sene önce ben abimi kaybettim tüm yaşama sevincim, tüm hayallerim, ruhum çökmüş bir enkazın altına kalmış gibiydi aklım bedenimi zehirledi… Her şeyimdi abim, hayatın tüm anlamıydı o. Ama gidince bitti her şey. Tamam dedim artık bitti. İçi boş bir insan olarak gezdim sokaklarda, onu görene kadar. Kahramanım bana elini uzatana kadar… 

Hayatımda hiçbir zaman ben böyle hissetmedim, kalbim tekrar çarpmaya başladı, ruhum dirildi, parmak uçlarımda bir sızı vardı. 

Yaşıyorum! 

Bir Ezgi duydum ben, bir Ezgi gördüm beni hayata bağlayan, kahramanım olan ve aşkım olan… O gün hayatım değişti benim ama beynim beni zerhirlemeye devam etti.

Hayatım boyunca benim kalbimi deliler gibi çarptıran tek kadın o oldu. Aşık olduğum tek kadın o oldu. 
Her şeyi özel kılan o oldu.
Abimden sonra beni yaşatan o oldu. 

Şimdi o gitti, gitmesi gerekti. Böylesinin daha iyi olacağını düşündü, zarar vermek istemedi, ne olursa olsun kahramanım olarak kalabilmek için böylece gitmesi gerekti ve gitti… 

Sıradan bir gidiş değildi bu benim için ve hiçbir zaman da sıradan olmayacak. O, giderken sekiz sene önce kaybettiğim ve üç yıl önce canlanan tüm duygularımı üç yıl sonra giderken yanına aldı. Benim kalbim ona ait, ondan başkasına hiçbir zaman ait olmayacak.. Ruhum ona ait, onun parçasını taşıyor. Hayatın iyi şeyler getireceğini umut etmiştim hep, her zaman bir umut vardır bir kapı vardır diye düşünmüştüm ama bu benim için geçerli olmadı. Ben sekiz sene önce ölmüştüm, sonra dirildim ve şimdi tekrar öldüm. Hissiz bir hayat bana kalan. 

Sekiz sene önce benim için anlamlı olan yani abimin anlamlı kıldığı ne varsa o öldüğünde hepsi solmuştu ama hayatıma dokunan, hediye gibi gelen o müziğin tınısı o Ezgi hayatımda sönen her şeyi tekrar canlandırdı. Mesela doğum günüm. Doğum günüm benim için hep önemliydi çünkü bunu önemli kılan abimdi ama gidince ben hiç doğum günü kutlamadım, sonra müziğin tınısı geldi, kahramanım geldi ve doğum günümü tekrar özel kıldı. İple çeker oldum o günü, çünkü biliyordum o gün beni çok mutlu edecekti tıpkı abim gibi… Tıpkı onun gibi özenerek hazırlayacaktı ve hep öyle hazırladı. Fakat şimdi yine doğum günüm geliyor ve sekiz sene önceki gibi anlamını yitirmiş bir şekilde geliyor. Yalnız ve karanlıkla… 

Kahramanım beni büyüttü her şeye karşı dayanıklı olmayı öğretti ama günün birinde gitmesine karşı nasıl dayanabileceğimi öğretmedi… 

Hayatımda ikinci kez kendimi enkazın altında kalmış gibi hissediyorum. Ve bu sefer kimsenin hayatıma dahil olup o enkazı temizleyip beni oradan çıkartmasını istemiyorum. Ben kaybettiğim tüm duygularımı tekrar kazanmıştım ve şimdi tekrar kaybettim fakat bu sefer farklı. İlk kaybetmemde kalbim bende duruyordu bu sefer ne kalbim benimle birlikte ne de ruhum, onlar şuan ait olduğu yerde… 

Öyle yada böyle masalım, masalımız son buldu. Ama sonu her ne kadar kötü bitmiş olsa da benim avucumda iyi ki’ler kaldı, yaşanmışlık ve güzel anılar kaldı… Ben onunla birlikte büyüdüm, aşkı öğrendim, tekrar yaşamanın tadına vardım, kötü hiçbir şey söylemiyorum o bunu yaptı ben bunu yaptım. Neye yarar? Masalının sonunu mu değiştirir, hayır. Sadece daha fazla acıtır, daha fazla kanatır. 

Ben çok güzel bir ilişki yaşadım ve bitti. O, giderken abim tekrar gitti… Birçok şey gitti… Şimdi kendi hayatının kahramanı olacak ve bunu çok güzel bir şekilde yapacak, biliyorum. Çünkü o en güçlümüz ve her zaman bir çözüm bulanımızdı… Bir de o sımsıcak gülümsemesi vardı… 

Ben o gülümsemeyi çok özleyeceğim… Beni güvende hissettiren o gülümsemeyi… 

İyi bakmaya çalışacağım kendime, bir gün bir yerde bana rastlarsa “kendine kötü bakmışsın” deyip üzülmesin diye. Yine onun için.. 

Veda etmiyorum, biliyorum hiçbir zaman vedalardan hoşlanmazsın sen. Sadece söylemek istediğim, iyi ki… İyi ki kahramanım olmuşsun. Belki o hep hayal ettiğim ve hep aşık olduğum kadından yani senden olmasını istediğim o minik kız çocuğuna sahip olamayacağım. Eli senin gibi olmayacak, baktığımda senin sıcak tebessümün olmayacak. Güven dolu gözleri olmayacak.. Ama isterdim, senin gibi kahraman bir annesi olmasını… Yine de iyi ki, iyi ki hayatımda olmuşsun. 

Beni buralara kadar getirdin, enkazlardan çıkardın. 
Avuçlarıma hep iyi kiler bıraktın. 
İyi ki hayatıma girdin. 
İyi ki aşık olduğum kadın sen oldun. 
Ve 
Keşke minik kız çocuğumuz olsaydı, sana anne deseydi… 

Kendine iyi bak kahramanım, 
Kendine iyi bak aşkım,
Kadınım… 
Kalbim… 
Abim… 
Ruhum… 
Ailem… 
Kendine iyi bak… 

Sen hep iyi ol.
Hep iyi ki ol…

kotpilot.

6 Temmuz 2014 Pazar

Sonsuz karanlık…

Beynim kaynıyor artık düşünmekten, kaynıyor ve kendi kazanını devirmek üzere. Neler olduğunu bilmiyorum, ipin ucunu kaçırdım iyice. Neresi aydınlık neresi karanlık, bilmiyorum.Ne zaman başladı ve ne zaman bitecek bilmiyorum. Zaman kavramını unuttum yaşamın içerisinde. Gerçi yaşamak neydi onu da unuttum. 

Karanlıkta gölgeler var, hep orada duran hiç uyumayan ve uyutmayan. Huzursuzluğa sürükleyen gölgeler. İntihara meyil ettiren gölgeler. Orada. Karanlıkta. Bir şey var o karanlıkta, bir gölge hiçbir zaman gölgeden öteye geçtiğini göremediğim bir gölge…

Yansıma diyor çoğu kişi, yansıma bir eşyadan, kişiden veya bir hayvandan olur veya birden karanlıktan aydınlığa geçtiğinde olur bu öyle değil. Hiç değil. Nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ama öyle değil. 

O karanlıkta, o gölgede bir şey olduğunu biliyorsun seni rahatsız eden bir şey yada beynin bunu böyle algılamak istiyor yada beyninin bunu böyle algılanması isteniyor. Hangisi gerçek hangisi değil hiçbir zaman bilemezsin. Ama o karanlıkta gözünle görmezsen de o odanın içinde bir şey dolaştığını hissedersin. Tüylerin diken diken olur, için sıkılır, uykuların kaçar, uyuyamazsın yada birden uyanırsın, bir kaç saniye bilinçsiz kalabilirsin yada bilinçli fakat hareketsiz kalabilirsin bunlar hep o karanlık yüzünden oluyor. 

Hayatım boyunca karanlıktan hep korktum. İnsanın karanlığından da dünyanın karanlığından da hep korktum. Çünkü karanlık ürperticidir çünkü tüm ışıklar kapandığında yıldızlar söndüğünde o karanlıkta bir başına kalırsın. Önce vicdani acıların ile yüzleşirsin sonra sorunlarına kafa yorarsın ve sonra olan olur bir ses gelir karanlığın içinden dikkatin dağılır ve uykuların kaçar. Bütün düşüncelerin o sese odaklanır dinlersin o ses bir eşyanın düşüşü olur önce sonra fısıltılar halinde yükselir o dakikadan itibaren yalnız olmadığını anlarsın. Fısıltıları dinlemeye çalışırsın, ürperten fısıltıları, tüm vücudunu buz gibi kesen o fısıltıyı dinlemeye çalışırsın organların sana ait değilmişcesine çalışır, beynin kaynama noktasına gelir. Gözlerin fal taşı gibi açılır, göz bebeklerin büyür, korku sana tek bir şeyi düşündürür “lütfen karanlıkta bir şey olmasın” ama o var olan şeyi oraya sen çağırdın, o senin düşüncelerinin bir yansıması. Nasıl kaçabilirsin ki? Sana tüm kötü olan şeyleri iyiymiş gibi gösterir fakat bunu anlayamazsın zamanı gelince aslında kötü olduğunu görürsün. Bundan kaçabilir misin? Düşüncelerden kaçabilir misin? Karanlıktan kaçabilir misin? 

Karanlık korkutucudur fakat karanlığın içine gizlenmiş gölgeleri görmek daha korkutucudur. İşte o andan sonra o evde bir daha huzuru bulamazsın. Gözün katmanları vardır, katmanlar gölgelerde ki yüzleri görmeni engeller. Aslında var olan ama göremediğimiz ne varsa onlar o katmanlar sayesinde gözükmez. O katmanlar tek tek ortadan kalktığında görmeye başlarsın bu senin marifetin. Tıpkı hayatının senin eserin olması gibi. Önce hisle başlar, sonra işaretler izler onu, peşinden karanlıkta gölgeler, hemen ardından fısıltılar gelir daha sonra gölgeler belirginleşir ve mutlu son(!) artık onları görürsün. Fakat bu senin dünyayla son temasın olur. 

Düşünmek güzeldir derler. Tabii ki güzeldir, iyi şeyler düşündüğün sürece düşünmek güzeldir. Düşüncelerin karanlığa döndüğünde, sen de karanlığa dönersin. Düşüncelerin işin içinden çıkılmaz bir hal aldığında, karanlığa dönersin. Düşüncelerin geçmişin yüzündense ve ne yaparsan yap hayatındaki insan yada insanlar geçmişini düşünmeyip seni iyi biri olarak göremiyorsa, karanlığa dönersin ama onların gözünde bu da senin yüzünden olur. Ne yaparsan yap, düşüncelerin temiz değilse karanlığa dönersin. 

Dünyanın karanlığı her zaman korkunçtur ama en korkuncu düşüncelerin karanlığa düşmesidir. 

kotpilot.